30 Ağustos 2017

YEŞİL GÖZLÜ KUŞ

Ağustos 30, 2017


Sabahın ilk ışıkları ile gözlerini açtı. Hafifçe doğrularak perdesi yarı açık pencereden gökyüzüne baktı. Gözleri dün gece ağlamaktan şişmiş, kızarmış hatta neredeyse morarmıştı ve ister istemez zar zor açabiliyor, açarken acıyor, ışığa her zamanki gibi tahammülsüz bir şekilde gözlerini kısıp bakıyordu. Bakışlarında umut arar gibi bir hal vardı. "Bugün her şey bambaşka olacak değil mi?" demek istiyordu.
-Bugün yeni bir gün ve yeniden başlayacağım hayata değil mi? En başından, en temizinden, en güzelinden bir ilk adım atacağım. Her şey yoluna girecek ve ben ayağa kalkacağım, düşmemek üzere dimdik duracağım tüm kötülüklerin karşısında.

Pencereye arkasını dönüp anne karnındaki bir bebek gibi ama kendine sarılan bir bebek gibi kıvrıldı. Sağ eliyle sol kolunu sol eliyle sağ kolunu tırnaklarını geçirerek sıktı. Kendine sanki evladı kendi evladı gibi sımsıkı sarılmış, bırakmak istemez bir halde ve aynı zamanda kendi elleriyle canını almaya çalışır gibi, bedenine geçirdiği tırnakları aslında ruhunun kafesinin parmaklıklarını tutuyormuş gibi duruyordu. Gözlerini yumdu, dişlerini alt dudağına koparırcasına geçirdi, kendini öyle çok sıkmıştı ki neredeyse ruhu çıkacak ve ölecekti. Sol gözünden burnuna oradan yastığa doğru bir damla düştü. Az önce yeniden başlayacağım diyen kadından eser kalmamıştı hemde dakikalar içerisinde. 

Güliz, açık kahve rengi, küt kesilmiş saçları, iri ve yeşil gözleri, çıkık elmacık kemikleri olan pembe yanakları, dolgun ve kırmızı dudakları, oval ve harikulade denecek kadar güzel beyaz bir yüzü olan, zayıfça bir kızdı. Duruşunda her an kırılıp düşecek bir zayıflık vardı. Bu kadar güzel bir kızın bu kadar kendine güvenmeyen hali çevresi tarafından hep tuhaf karşılanıyordu. Güliz hiçbir zaman güzelliğini önemsememiş, ön plana çıkarmaya çalışmamış hatta neredeyse farkına bile varmamış gibiydi. Belkide bu yüzdendir hayatında hiç erkek arkadaşı olmamıştı. Olmasını istememişti. Yahut aklına bile gelmemişti. Tek derdi babasının da vasiyet ettiği gibi okumak, başarılı olmak ve kendini insanlara yardım etmeye adamaktı.

Gözyaşları ile ıslanan kirpiklerini araladı, yüzünde yüz yıllık yorgunluk ve alnında genç yaşına rağmen yüz yıllık çizgiler vardı. Geçmişi düşünmekten vazgeçemiyor, düşündükçe ağlıyor, ağladıkça kendini hırpalıyor, sesini bile çıkartmadan hıçkırıklarını tüm gücüyle tutmaya çalışarak eriyip giden kar taneleri gibi yok oluyordu. Bir insanın geçmişinde büyük yaraları varsa ve bu insan sadece duygudan oluşuyorsa sağlıklı ve normal bir birey olması beklenemezdi, beklenmemeliydi.

Saatlerdir yataktan çıkmamış, olduğu gibi kalmış, ağlamış, düşünmüş ve tekrar ağlamıştı. Aniden, sanki ocakta yemeği unutmuş gibi yataktan fırladı. Hemen kırmızı terliklerini giyip üzerine bir hırka alıp çıktı odadan ve salona doğru koştu. Banyoya doğru yöneldi ama banyonun kapısı kilitli ve içeriden su sesi geliyordu. "Anne!" diye bağırdı Güliz, ses gelmedi. Güliz bir kaç kez daha kapıya vurarak annesine seslendi ama ne bir cevap geliyor nede bir tepki veriyordu annesi. Evde minik munchkin kedisinden ve annesinden başka kimse yoktu. Güliz ne yapacağını bilmez halde bağırmaya ve kapıyı tekmelemeye başladı. İçine inanılmaz bir sancı, tarif edilmez bir acı saplanmıştı. Aklına gelen senaryolar onu iyice paniğe ve delirmeye sürükledi. Hemen evden çıkıp üst kattaki Gülşen Hanımın kapısını çaldı.Gülşen hanım evde yoktu. Güliz bir yandan ağlıyor bir yandan deli gibi oradan oraya koşuyor ama apartmanda kimse kapısını açmıyordu. Sanki dünya üzerine kalan son insan gibiydi. Güliz sonunda elleri titreyerek telefona sarılıp ambulans çağırdı, ses tonunda acının her rengi vardı. Adresi doğru verip vermediğini bile bilmiyordu. Yaşadıkları şehirde hiçbir tanıdıkları yoktu. Buraya gelme sebepleri de buydu, hayata yeniden başlamak.

Ambulans sonunda geldi ve iri yarı bir adam eski ahşap evin yamuk banyo kapısını kısa sürede kırmayı başardı. Güliz adamı ittirmeye çalışarak banyoya girmeye çalışıyordu ki sağlık görevlileri hemen kollarına yapıştılar. Güliz sinir krizine girmiş, her yere tekme atıyor, onu tutanları ittiriyor, bağırmaktan kısılmış ince sesiyle anne diye bağırıp duruyor ve kendine zarar veriyordu. Sağlık görevlileri hemen sakinleştirici bir iğne yapıp onu koltuğa yatırdılar.

Sabahın ilk ışıkları ile gözlerini açtı. Her yer bembeyaz ve yabancıydı. Güliz yavaşça gözlerini açmaya çalıştı,etrafına baktı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Üzerinde tuhaf bir kıyafet, elinde yeşil bir intraket ve ayakları elleri yatağa bağlıydı. Tüm vücudu uyuşmuş, istese bile kıpırdayacak halde değildi. İri yeşil gözleri o kadar şişmişti ki neredeyse hiç açamıyordu, kollarında çizikler, bacağında morluklar, sağ ayağının bir parmağı sargıya alınmıştı.

Kapı yavaşça açıldı, içeri orta yaşlı, güler yüzlü, hafif kilolu, yabancılar gibi görünen gerçek sarışın, leopar gözlükleri olan, crocs terlikli bir hemşire girdi. Güliz'e nasıl olduğunu ve buna benzer birkaç şey sordu. Güliz şoka girmiş ve sesleri neredeyse hiç duymuyor, tepki vermiyor sadece boş gözlerle bakıyordu. Hemşire birazdan geleceğini söyleyip çıktı. Güliz'in gözlerinden yavaşça yanaklarına doğru birkaç damla yaş süzüldü, yutkunamadı. Hafifçe başını pencereye doğru çevirdi ve perdesi yarı açık pencereden dışarıya doğru baktı. Işığa hiç tahammül edemeyen gözleri fal taşı gibi açık ve hiç kırpmadan dışarı doğru bakıyordu. Ağzı hafif aralık, yutkunamadan duruyor sadece sağ tarafındaki devasa pencereden bakıyor, göz yaşları yavaşça süzülmeye devam ediyor, yüzünde hiçbir mimik hiçbir hareketlilik olmuyordu.

O anda Güliz;

"Yeni bir gün. Her şeye yeniden başlamak için harika bir fırsat...
Babam hep böyle demez miydi anne? Babam borçları yüzünden ölmedi. Babam bu dünya yüzünden öldü anne. Babam bu dünyanın dayattığı çirkin para savaşlarına tahammül edemediği için sıktı kafasına..
Babamı anlıyorum anne. Bu dünya hiç güzel değil. Bu dünya senden canını istiyor. Paran varsa mükemmel, paran yoksa bir sinek bile değilsin onların gözlerinde. Senden sadece makine olmanı ve seri olarak üretmeni istiyor. Ve hep daha fazlasını. Sen ne kadar çabalarsan çabala sana asla sevgi, saygı, değer vermiyor. Sen sadece makinesin. Ve ben makine olmak istemiyorum anne.
Babam elinde avucunda kalan son kuruşuna kadar dağıtmadı mı aç ve açıkta olanlara, her şeyini vermedi mi onlara, canını bile vermedi mi? Sen nasıl babama kızar, küser, isyan edersin? Sen nasıl beni bu çirkin dünyada, minik bir civciv yavrusunu kurtların içine atar gibi atıp gidersin anne? NASIL? 
Babam kafasına sıktığı gün kırıldı sol kanadım. Uçamadım. Hep uçmaya çalıştım da yere, kafamın üstüne çakılıp kaldım. Şimdi sağ kanadımda kırıldı anne. Artık kanatları olmayan bir kuşum. Anka kuşu değilim ki küllerimden doğayım.
Her sabah uyandığımda pencereden bakıp, "Bugün yeni bir gün, her şeye yeniden başlamak için harika bir fırsat." diyemem. Artık ne yeni bir gün nede yeni bir fırsat kaldı elimde.
Kanatları olmayan yalnız bir kuş ne kadar yaşayabilir?
Ne kadar dayanabilir bu yeryüzüne? Keşke gökyüzünde yaşayabilseydim, sizinle...
Hep birlikte özgürce kanat çırptığımız o günleri düşünmek..
Canım yanıyor, alevler alıyor, parlıyor sonra, sonrası bir avuç kül.
Ben artık bir avuç külüm anne.
Bileklerini keserken kanatlarımı kırdığını, canımı söküp attığını, ciğerime hançer sapladığını, son umut ışığımı söndürdüğünü, ruhuma, bedenime, her yerime en ağır şekilde kast ettiğini bilmiyor muydun anne? 
Beni hiç sevmedin mi anne?
Bana baktığın zaman babamın iri yeşil gözlerini gördüğünü ve ağlayarak sinir krizleri geçirdiğini biliyorum. Ama benim suçum neydi anne? 
Ben bu dünyaya kendini insanlara yardıma adamış bir adamla, herkesin derdini yüreğinde yaşayan bir kadının yavrusu olarak geldim. 
Ne yapabilirim?
Yaşayabilir miyim?
Kafama bende bir kurşun sıkabilir miyim baba?
Yahut banyoya kendimi kitleyip kızım yan odada uyurken bileğime bir kesik atabilir miyim anne?

Özür dilerim anne. Özür dilerim baba.
Sizi affedemiyorum. Sizi anlıyorum ama affedemiyorum.
Çünkü bu dayanılmaz dünyaya beni getirip sonrada hiçbir şey olmamış gibi terk edemezsiniz.
Ben artık sabahları gözümü açamam. Ben artık pencerelerden bakamam. Ben artık banyolara giremem. Ben artık babamın kafasına sıkıp öldüğü masalarda yazamam. Ben artık yaşayamam."

Güliz akli dengesini kaybetmesi ve kendine zarar verme tehlikesinden dolayı Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesine yatırıldı. Henüz 19 yaşında genç bir kız için kaldırılması güçten öte durumundan dolayı kimse ona hasta gözü ile bakmadı. Fransa'da yaşayan teyzesi Güliz'i yanına almak istedi. Uzun bir süreçten sonra yalnız yaşayan teyzesi ile Güliz hayatlarına Fransa'nın en eski şehri olan Marsilya'da devam etmeye başladı.


Teyzesinin desteği ve babasının mirası üzerine Güliz, Grenoble Üniversitesinde Psikoloji eğitimi aldı. Üzerine 3 yıl master yapıp, çocuk-ergen-yetişkin psikolojisi üzerine uzman oldu. Bu onun için insanlara yardım edeceği bir yol ve kendi içinde bir yolculuk oldu. Anne ve babasının aksine daha güçlü bir insan, onların acılarını kendi dünyasında iyiliğe dönüştürebilen koca ve narin bir yürek sahibi, güzel kadın. Kısa bir süre Fransa'da çalıştıktan sonra gönüllü olarak savaş ve yokluk içerisinde yaşayan ülkelerde psikolojik destek vermek için yola çıktı...

Sahi Sevgi ile...

(P.S. : Aylar önce yazılmış, 2. öykümdür.)


"ÖIümün oIduğu bu dünyada hiçbir şey çok da ciddi değiIdir asIında."
*Franz Kafka

Ziyaret ettiğiniz için;

Teşekkür ederim.