1 Şubat 2017

DİLAVER'E VEDA

Şubat 01, 2017

DİLAVER’E VEDA

Son kez arkasını dönüp baktı kadın. O görmedi bile bakışlarını. O kadar kızgın bir hali vardı ki, o kadar “Git.” diyordu ki davranışları ile, son kez bakacağını bilmeden bakmadı. O gece...

Aylar, yıllar gibi geçmişti. Günler birbirinin aynısı ve sıradandı. Artık takvimlerden bihaber yaşıyordu. İş aramayı bırakmış, yazılara küsmüş, kelimeleri rastgele seçen biri olmuştu kadın. Bu depresyon değil başka bir şeydi. Bu tüm haritasını saran bir büyük sancı. Nedenini bilmediği bir alevle sarmalanmıştı her şey. Her şey siyah, her şey beyaz.. Gün, ya gece ya gündüz.. Arası bir yaşam göremiyordu.

Dilaver’i düşündü. Gece karası üstünde olduğu bir vakitti. Tüm ışıklar sönmüş, tüm insanlık uykudaydı. O, Dilaver’i düşündü. İlk olarak aklına çatık kaşları geldi, güçlü kolları vardı ve uzun bir boyu, sarhoş eden bir kokusu, kaba görünüşü aksine ince, düşünceli bir adamdı, küçük bir çocuk gibi heyecanla hayat hikâyeleri anlatırdı, sonra yorgun bir yüzü vardı ve en çok insanın içini yakan gülümsemesi ile ışıldayan derin gözleri.

Bir anda hayatına neşeyle giren ve bir anda hayatından duman olup giden adam; Dilaver... Bu kadar kısa bir zaman diliminde bu denli yoğun bir duygu yaşamak nasıl mümkün olabilirdi? Artık hayatımızdaki her şey hızlı olduğu için miydi? Yahut artık sevgi denen mucizevi duygu yok muydu?

Dilaver yoğun bir iş hayatı olan, ağır sağlık sorunlarıyla mücadele eden, yolun yarısına gelmiş, yalnız bir adamdı. Ona hayatında eşlik eden, yolunu gözleyen ve onu her gün bekleyen sadece yaşlı köpeği vardı. Artık hayatın ne kadar kısa olduğunu anlamış ve mutlu olmaktan yahut mutlu etmekten başka bir isteği kalmamıştı. Kadın, o geceden sonra bu büyük sancının esiri altında yaşamak için çırpınmakta, Dilaver ise bambaşka bir diyarda idi. Her şey o gece bir anda zamanın acımasız hızına yetişemeden yaşanmıştı.

İnsanın hayatı bir gece içinde alt üst olabiliyordu. Bazen saatler bazen dakikalar içinde. Hayat, her an her şeyin olabildiği bir olguydu. Ve en yaralayıcı olanı ise herkesin her şeyi yapabilme ihtimalini gözetmek idi.

O gece yaşanan şey bir daha geri dönüşü olmayan bir yol gibi acımasızdı. Kadın tüm atomlarına kadar parçalanmış, tüm gözyaşlarını dökmüş, tüm ağıtlarını yakmıştı. Bir daha seveceğine olan tüm inancını yitirmiş ve yalnızlaşmıştı.

O gecenin üzerinden geçen aylar sonunda sanki hiçbir şey değişmemiş gibi görünse de aslında içinde filizlenen bir kıvılcım vardı. İnsan belli bir süre yas tutmalıydı, karalar bağlamalı ve gözyaşları tükeninceye kadar ağlamalıydı. Ya sonra? Sonra insan kendi hayatına kıymamalıydı. Bir kez verilen şeyin değerini bilmek böyle olmazdı. Hayatında halen sevdikleri vardı ve mutlak suretle olacaktı.

   Kadın, Dilaver’e asla gönderemeyeceği, istese bile yapamayacağı uzun bir mektup yazdı. İçinden geçen her duyguyu, acıyı, neşeyi, kısa ve güzel an ve anıları cümlelerle kâğıda işledi. Gözyaşları karıştı mürekkebe. Ama kâğıda döktüğü her sözcükte rahatladı. Omuzlarında yük olup taşıdığı duygular bir bir mürekkep olup kâğıda damladı.

Kadın gözyaşlarını yavaşça elleriyle sildi, ıslak yanaklarına yapışan saçlarını topladı, mürekkep olan parmakları ile kalemi son kez eline aldı ve mektubun son cümlesini yazdı.
“Elveda Dilaver…”

Sevgiyle…

P.S ( Yazdığım ilk öyküdür. )
"Bu yüreğe bu kadar acı fazla dersin bazen kendine. Ama hata bizde. Küçücük bir yürekle kocaman sevmek ne haddimize!"
Edip CANSEVER 

Ziyaret ettiğiniz için;

Teşekkür ederim.