22 Haziran 2016

Kapı Eşiği

Haziran 22, 2016

Kapı Eşiği

Dev gibi bir kapının eşiğindeyim. Kapının ardındakilerle ilgili devasa hayallerim var. Gül bahçem bu kapının ardında gizli.

Öyle bir kapı ki bu, asla eşiği geçemeyeceğim. Öyle bir kapı ki bu, eşiği geçsem öleceğim. Nasıl bir duygu ki bu, fırtınalar içindeyim.

Hayatımdaki en büyük kapının önündeyim sanki. Sanki tüm hayatım bu kapıda gizli. Arkamı dönüp gitsem, geleceğimden vazgeçeceğim. Kapıda dursam, geleceğime yürüyeceğim. Kapı öyle heybetli ki yıkılsa altında ezileceğim.

Bugüne kadar hangi kapılardan geçtim? Hangilerini seçtim? Hangilerinden vazgeçtim? Kim bilir hangi kapıları görmedim. Eşiğine kadar geldim çalmadım. Çalan kapılarımı açmadım. Kapalı kapılar ardında kaç yıl yaşadım? Yahut yaşadım mı? Saymadım. Ama anladım. Kapattığım her kapıda kaybettiğimi, çalmadığım her kapıda vazgeçtiğimi, açmadığım her kapıda göç ettiğimi fark ettim.

Korkmuyorum. Kapı dev gibi olsa da, üzerime yıkılsa da, uğruna ölsem de. Dimdik duruyorum eşiğinde, gül bahçemin hayaliyle…

Sevgiler...


12 Haziran 2016

Ne Bekliyoruz?

Haziran 12, 2016

Ne Bekliyoruz?

Bir adım atmak için illa birinin bizi itmesi mi lazım? Bir telefon açmak için illa ilham gelmesi mi lazım? Hayallerimizin peşinden koşmak için ne lazım? İstememiz, kendimize güvenmemiz ve biraz olsun umut etmemiz lazım.

5-6 ay önce mezun oldum ve çalışmıyorum. Hiç iş başvurusu yapmadan iş teklifi aldım. Hem de iş bulma konusunda ümitsizliğe kapılmak üzere olduğum bir dönemde (yaklaşık 1 ay önce). İş teklifini kabul etmesem de beni umutsuzluğa düşmekten kurtardı ve iş başvurusu yapmaya başladım. “Başvurduğunuz için teşekkür ederiz.” haricinde bir geri dönüt almadım. Tekrar umutsuzluğa düşmek üzereydim. Sonra kendime şunu sordum: “Ne yapmak istiyorum?”. İç sesim beni terk etmişti. “Çalışmak istiyorum.” diyordu aklım ama kalbimden ses çıkmıyordu.

Sahi neydi hayalim? Büyüyünce neyin peşinden koşacaktım dörtnala? Bunun cevabını neden veremiyordu dilim? Nerede kaybetmiştim hayalimi? Nerede susturmuştum kalbimi? Yalan dünyada kaybolmuş hissettim kendimi. İçimdeki sesti beni ben yapan. O ses olmadan robottan ne farkım kalırdı ki? Belki de sesini kısmıştım sadece. Silkelenip, kendime gelmeliydim.

Mesleğim ile ilgili yapabileceğim her şeyi yapmalıydım. Gitmek istediğim tüm kursları araştırdım. Özgeçmişimi yollayabileceğim her yere yolladım. İşte şimdi gerçekten istiyordum, kendime güveniyordum ve biraz olsun umudum vardı. İç sesim sonunda bana “Merhaba!” demişti. Gözlerim, dalıp gitmekten vazgeçip gülmeye başladı.

Ne zaman umutsuzluğa düştüğümü hissetsem, iç sesime sorarım; “Ne istiyorsun? , Ne bekliyorsun?”.

Hepimizin umutsuzluğa kapıldığı anlar oluyor. Genellikle, kendimize sormak yerine başkasına soruyoruz. “Ne istiyorum ben? , Ne bekliyorum?”. Bunun cevabı içimizde gizli. Bizi, bizden iyi kim bilebilir ki?


Sevgiler…

8 Haziran 2016

Cennet mi Cehennem mi?

Haziran 08, 2016

Cennet Mi Cehennem Mi?
Cennet ve cehennem; uzaklarda aramanız gereken bir mekan değil; içinizde var olan bakış açısıdır. Hepimizin kendine gerçekten şu soruyu sormasını istiyorum: Yaşadığım hayat cennet mi cehennem mi?

Benim cevabım kesinlikle cennet! Umarım sizin cevabınız da budur veya artık bu olur. Çünkü yaşadığımız hayat bizim olaylara bakış açımıza dayanıyor. Pozitif veya negatif hatta nötr birisi olmak doğuştan gelen bir şey değil!

Doğduğumuz andan itibaren bizi yetiştiren insanlardan tutun da yaşadığımız toplum dahil; bakış açımız, pozitif veya negatif bir birey olmamızı etkiliyor. Düşünce yapımıza, inancımıza, yaşam tarzımıza, doğrularımıza ve yanlışlarımıza etki edip bizi şekillendiriyor.

Umutsuzluğa kapılmayın. Hayatta olduğunuz sürece hiçbir şey için GEÇ değildir. Yeter ki içinizdeki cennetten vazgeçmeyin. Ve Mahatma Gandi'ye kulak verin:

“Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…”

1-) Şu andan itibaren söylediklerimizin pozitif şeyler olmasına dikkat etmeye başlayalım. Aklımıza, herhangi bir durumda olumsuz bir söz geldiğinde kendimizi tutup, kendimizi bu olumsuz sözü söylemek isteyip istemediğimizi düşünmeye itelim. Bunu sabırla yapmaya devam edersek emin olun hayatımızda bir çok şey olumlu yönde değişmeye başlayacaktır. Hatta insanlarla ilişkilerimiz hiç olmadığı kadar güzel olur ve kendimizi daha huzurlu hissetmeye başlarız.

2-) Gülümseyin! Sadece tanıdığımız insanlara değil, herkese selam verelim ve tebessümümüzü asla eksik etmeyelim. Mesela, hiç tanımadığımız ama her gün karşılaştığımız karşı komşumuza, sürekli gittiğimiz marketteki kasiyere, metroda yanına oturduğumuz kişilere, asansörde karşılaştığımız insanlara "Selam!" verelim artık!  Bu bir süre sonra bizde alışkanlık haline geldiğinde kimyamızın bile nasıl değiştiğini fark edeceğiz.

3-) Mesafe, iyidir. Herkesle arkadaş olmak, görüşmek veya konuşmak zorunda değiliz. Bizi sadece olumsuzluğa iten, dibe çeken, ruh halimizi mutsuzluğa sürükleyen veya hoşlanmadığımız konulara maruz bırakan insanlarla aramıza biraz mesafe koymak iyi gelecektir. Çünkü farkında olmasak da bizim düşüncelerimizi, bakış açımızı yani hayatımızı kökten etkiliyorlar. Daha huzurlu bir hayatın en temel felsefesi; az eşya, az insan değil midir?

4-) Fazlalıklardan kurtulmamızın vakti, yarın değil bugün! Erteleyip durduk hep ama farkında olmadan sırtımızda taşıdık onları yük gibi. Giymediğimiz kıyafetler, kullanmadığımız eşyalar, ayakkabılar vs. hepsi bir yük bize fark etmesek de. Bir yerden başlamamız lazım ve minimum ne kadar eşya ile idare edebiliyorsak belirleyip uygulamamız lazım. Mesela kullanmadığımız ama hala kullanılabilir eşyalarımızı ihtiyaç sahipleri için belediyeye veya her hangi bir kuruluşa verebiliriz, etrafımızdakilere hediye edebiliriz veya başka türlü bir alanda kullanmak için değerlendirebiliriz. Hiçbir işe yaramayan bir yığın olmaktan kurtarabiliriz onları. Bizim hiç ihtiyacımız olmayabilir ama bir başkasının çok ihtiyacı olabilir. İnsanı en mutlu eden şey, birini mutlu etmek değil midir?


Bu listeyi özellikle kısa tutuyorum çünkü bunu sadece bir bakış açısı olarak paylaşmak istedim sizlerle. Belki bir çoğumuz cennet ve cehennemi ölünce gideceği birer mekan olarak görüyor ama değil. Bu dünyada cenneti ve/veya cehennemi göremeyen, yaşayamayan, hissedemeyen biri öbür dünyada nasıl görebilir, yaşayabilir veya hissedebilir? Gelin, biz içimizdeki cenneti keşfedelim. Yaşadığımız hayatın bir cennet olduğunu fark edelim. Ölmeden önce, yaşayalım. Cehennem gözlüğümüzü hayatımızdan çıkarıp cennet gözlüğümüzle bakalım yaşamımıza. Yalnız; umudumuzu yitirmeyelim, inandığımız şeyler uğruna mücadele edelim, hayallerimizi gerçekleştirmek için bir adım atalım artık.

Hayat; kısa yahut uzun. Bilmiyoruz. Bir dakika sonrasını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz ve tek elimiz de ol'an, şu AN. Neden bir cennet gibi yaşanmasın şu AN ?
Sevgiler...

6 Haziran 2016

Sosyal Medya Putları

Haziran 06, 2016

Sosyal Medya Putları

      Sosyal medyasız bir hayat, boş. Değil! Asıl sosyal medyasız hayat, hoş. Sosyal medyaya olan ilgimiz bağımlılık değil, resmen putperestlik!

      Sosyal medya hastalığının bir de adı var; FOMO (Fear of Missing Out) adında yani Türkçesi ‘Gelişmeleri Kaçırma Korkusu’. Bu psikolojik bir rahatsızlık olarak tanımlansa da bence küçümsenecek bir boyutta değil. Her gün bir tümör gibi büyüyen, yayılan ve bunu hissettirmeden, tatlı tatlı yapan bir virüs. 

     Sosyal medyaya bu kadar laf eden ben, asıl kendime söylüyorum bunları. Sabah gözlerimi açtığım gibi (hatta açmadan) telefonumu elime alıp "Neler kaçırdım?" diyerek bir bir gezmeye başlıyorum putlarımı. En son baktığım haberlere gelince telefonu bir kenara bırakıp yataktan ancak kalkıyorum. Bir de buna "Yatak keyfi yapıyorum." demiyor muyuz? Ne keyif ama! "Kim kiminle nerede, neler yapıyor?" bunu öğrenerek, izleyerek, okuyarak "yatak keyfi" yapmak nereden çıktı? Kendimize gelip şu telefonları ve putları bir kenara koymanın vakti geldi. Neden mi?
   
  • Sevdiklerimizle birlikte gerçekten vakit geçirmiyoruz.
  • Sohbet etmek için buluştuğumuz arkadaşlarımızın yüzüne 5 dakikadan fazla bakmadan ayrılıyoruz. 
  • Ailemizle birlikteyken kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. (Herkesin bakması gereken bir telefon yüzü var.) 
  • Birbirimizi gerçekten dinlemiyoruz.
  • Birbirimizle gerçekten konuşmuyoruz.
  • Birbirimize putlarımızdan daha çok değer vermiyoruz. (Maalesef)
                         
   
     Sosyal medyayı tamamen hayatımızdan çıkartmaktan bahsetmiyorum. Yemek saati, iş saati gibi belirli bir zamana konması gerektiğini düşünüyorum. Yaşadığımız anın tadını çıkarmak, sevdiklerimizle gerçekten iletişim haline geçmek için bunu yapmak zorundayız. 
Daha iyi konuşmanın 10 kuralı adlı videoyu izlerseniz belki ne halde olduğumuzu ve buna ihtiyacımız olduğunu daha iyi anlatabilirim. Çünkü bir çoğumuz sohbet etmeyi, karşıdakini dinlemeyi ve hatta samimiyeti kaybetmek üzere. Bunu değiştirmek bizim ellerimizde.

     Yurt dışında bu konuda bir çok uygulama var. Benim size ve kendime önerilerim;
  • Sana bir şey katmayan ve zamanını boş yere çalan uygulamaları SİL.
  • Biriyle veya birileriyle buluştuğunda telefonu sessize al ve göz önünden KALDIR.
  • Seni olumsuz etkileyen her şeyi ve herkesi bir bir yok SAY.
  • Canın sıkıldığında sosyal medya yerine başka bir seçenek BUL.
  • Her şeyi herkesle PAYLAŞMA. 
      Umarım bu tepkimi yanlış anlamazsınız ve bir arkadaş olarak, sevgiyle yaptığımı hissettirebilirim sizlere. Ben yapmaya başladım, sıra sizde. Sevdiklerinize "like" atmak yerine kucak açmanız, yüz yüze, uzun ve doyumsuz sohbetler yapmanız umuduyla. 

Sevgiler...


4 Haziran 2016

TED Talks Nedir?

Haziran 04, 2016


     TED Talks Nedir?

TED talks, sloganı "Yaymaya Değerli Fikirler" olan ve meraklı herkesin bilmesi gereken harika konferanslar topluluğudur. Vikipedi den alıntı yaparak kısaca hakkında bilmeniz gerekenler;

TED (İngilizce: Technology, Entertainment, Design), her iki yılda bir Kaliforniya, Monterey'de düzenlenen bir konferanstır. Bu konferansın varoluş amacı, farklı alanlardaki ileri derecede bilgi sahibi kişilerin bilgi alışverişine zemin oluşturmaktır. İlk olarak 1984 yılında hayata geçirilen fikir, 1990 yılına kadar yaşanan kesintinin ardından aralıksız devam etmektedir. 
TED, kâr amacı gütmeyen özel Sappling Vakfı'nın sahip olduğu, “Yaymaya Değer Fikirler”i yaymak amacı ile kurulmuş küresel konferanslar serisidir. TED başlangıçta 1984 yılında bir kereye mahsus bir etkinlik olarak düzenlenmiş fakat 1990'dan itibaren Monterey, Kaliforniya'da yılda bir kez düzenlenmeye devam edilmiştir.
      TED talks, sadece bilim ve teknoloji alanında profesörlerin veya filozofların konuşma yaptığı bir platform değil, sıradan insanların da fikirlerini maksimum 18 dakikalık bir süre içerisinde paylaşmalarını sağlayan harika bir platformdur. İnternet sitesinden Türkçe alt yazı seçeneği ile de bir çok videoya ücretsiz ulaşma imkanı var. Türkçe alt yazılı videolar için bu  www.ted.com adresi  tıklayarak ulaşabilirsiniz. 


      TEDxİstanbul Nedir? (x = independently organized TED event)

      www.tedxistanbul.com TEDxİstanbul hakkında bilmeniz gerekenleri ise bu adresten alıntı olarak ekliyorum. 
 TED benzeri bir deneyimi yerel ve bağımsız olarak gerçekleştirmek amacıyla düzenlenen bir etkinliktir.TEDx etkinlikleri küçük topluluklara TEDTalks videolarını ve canlı konuşmaları bir arada izleme ve tartışma imkanı verir. TED Konferansları TEDx etkinliklerine birer rehber olmakla birlikte TEDx etkinlikleri bağımsız birer organizasyondur. TEDxIstanbul konferanslarının ilki "Limits of Tolerance / Toleransın Sınırları" temasıyla 2010 yılında, ikincisi “The Rising Power of Women / Kadınların Artan Gücü” temasıyla, üçüncüsü “The Future is Bright, The Future is Youth/ Geleceğin Umudu Gençlik” temasıyla, dördüncüsü "Momentum" temasıyla 2014 yılında, son etkinlik ise "Yeniden Keşfet" temasıyla 2.054 kişinin katılımıyla 2015 yılında gerçekleşti. 
      TEDxİstanbul, 11 Haziran 2016 tarihinde Volkswagen Arena da gerçekleştirilecek. Sizde orada bulunmak istiyorsanız bu www.biletix.com linki tıklayarak bilet alabilirsiniz.
      Ayrıca TED talks'da konuşma yapan ve özellikle benim tekrar tekrar izlediğim ve paylaştığım videoları sizin için aşağıda link şeklinde paylaşacağım. Herkesin izlemesi, paylaşması ve en önemlisi de daha umutlu olması dileğiyle.


www.tedxistanbul.com

3 Haziran 2016

Ne Yazarsan Yaz!

Haziran 03, 2016



 
      Yazmak üzerine yazmak istiyorum. Çünkü hepimiz bir yazarız aslında. Bazılarımız bir köşede bazılarımız bir ekranda bazılarımız kendi sayfalarında ve bazılarımızda içinde. Ve ben içinden yazanlara yazmak istiyorum ilk yazımda.

      Yazmak, kendi kendine konuşmanın kalem kağıt ile kayda geçirilmiş halidir. Yazmak, insanın kendi ile muhabbet etmesidir. Yazmak, kendinle sosyalleşmek değil midir? Başkaları ile olan sohbetten bin kat daha güzel ve özeldir.

      Her gün onlarca kişi ile sohbet ediyoruz, kısa veya uzun, derin veya yüzeysel. Her gün nasıllar, ne yapıyorlar soruyoruz. Ama içimizden neler düşünüyor ve neler hissediyoruz? Sorduklarında ne kadarını söylüyoruz veya söylediklerimiz ne kadar doğru? Hepimizde bir maske yok mu? Hepimizin içine attığı onca düşünce ve his yok mu? Mutluymuş gibi, iyiymiş gibi, her şey yolundaymış gibi maskeleri yok mu? Hepimiz içimizden bir şeyler yazıyoruz hem de her an! Bu yazılar birikiyor hem de her an. Sonra bunalımlara, depresyonlara hatta fiziksel hastalıklara kadar varıyor. Varmasın!  

      Ben yazmaya çok küçük yaşlarda, annemin bana verdiği bir defter ile başladım. "İçinden ne geliyorsa buraya yazabilir, anlatabilirsin." demişti annem. İlk başta neden olduğunu anlamasam da sonradan yazmanın bana neler kattığını anlamaya başladım. Ve yazmak bana neler mi kattı? Sanırım bunun cevabı buraya sığmaz ama özetleyeyim. İlk olarak ergenlik dönemimde kimseye anlatamadığım şeyleri yazdım ve rahatladım. İçimde tutmayıp bir yere aktardığım için kurtulmuştum. İçimizde kalan şeylerin bir şekilde açığa çıkması gerekiyordu ve bunu en nazik şekilde yapmanın yolu yazmaktı, bunu keşfetmiştim. Aklıma gelen her şeyi yazdım ve en güzel kısmı üzerinden bir süre geçtikten sonra dönüp okuduğumda hissettiğim şey harikaydı. Resmen 1 ay önce veya 1 yıl önceki bana dair yazılı bir belge vardı elimde. Neler yaşamış, neler hissetmiş ve neler düşünmüştüm. Nereden nereye gelmiştim. Değişimimi gözlemlemenin eğlenceli bir yoluydu, yazmak.

    Yazmak, bana en çok yalnızlığımı sevmeyi öğretti. "Hepimiz yalnızız." derdi annem, anlamazdım. Person of Interest dizisinde de bir kaç sahnede "Ölümün kıyısında hepimiz yalnızız." repliği geçiyordu. Bunlar beni yalnızlık konusunda düşünmeye iten şeylerdi hep. Sevdiklerim, ailem var niye yalnızım? diye düşündüm. Ama 1 dakika sonra ne olacağını hiç kimse bilmiyordu. Yani aslında var dediğimiz her şey, yoktu. Tutunduğumuz her şey gelip geçiciydi. Yalnızlığımızı sevmeli, kimseye bağımlı olmamalıydık. Oysa şimdi hepimiz bir şeylere bağlanmaktan öte tapıyoruz. Yalnız kalmamak için her şeyi yapıyoruz neredeyse. Çünkü canımız sıkılır yalnız kalırsak değil mi? Hayır, değil. İç sesiniz çıkar, vicdanınız bas bas bağırır, milyonlarca düşünce sarar. Sevmediğimiz, korktuğumuz yalnızlık adı altında kendimiz, iç sesimiz. O ses, kaçmanız gereken değil sarılmanız gereken bir şey.

      Bir kalem ve bir kağıt alın. Telefonu, bilgisayarı her şeyinizi bir kenara bırakın ve bir köşeye çekilin. Hatta klasik bir müzik açın ( benim favorim Evgeny Grinko - Valse ) ve fresh kokulu bir mum/tütsü yakın, derin bir nefes alıp yazmaya başlayın. İçinizden ne geliyorsa, ne hissediyor, ne düşünüyorsanız bunu korkmadan, saklamadan, utanmadan, apaçık kendinize yazarak anlatın. Hiçbir sınır olmadan yazın. Hiçbir ön yargı olmadan. İçinizdekileri o kara kutudan çıkarıp beyaz sayfalara boşaltın. Kendinizi keşfedin. Kendinizi affedin. Kendinizi sevin.
 Sevgilerle...



"Her şeye rağmen, ne pahasına olursa olsun yazacağım. Bu benim hayatta kalma savaşımdır."
Franz Kafka

Ziyaret ettiğiniz için;

Teşekkür ederim.